Edebiyat ve matematiğin aynı cümle içerisinde kullanılabileceğini kendim olsam, keşfedemezdim. Okulsuz öğrenimin hayatımızda açtığı yeni pencerelerden biri de bu oldu.
Jules Verne'in külliyatını oğluma sesli okurken ayırdına vardık ilkin.
Matematiksel düşüncenin edebiyat içinde nasıl da güzel harmanlanabildiğini gördük.
Uzunluklar, ölçümler, matematiksel gizemler.
Caretta Çocuk'tan yayınlanan Sırlar Müzesi serisiyle devam etti bu macera.
Gönlümüze taht kurdu.
Sör Çepçevre'nin Matematik Maceraları serisi ile zirve yaptı.
Favori kitap rafının en üst sırasına kondu.
Kraliçe'yi Kurtarmak ile devam ettik, matematiği macera ile harmanlayan edebiyatın sularına.
Ne kadar sığ görüyormuşum her şeyi.
İki iki daha dört, ne sınırlı bir bakışmış matematiğe.
Hesaplama becerisinin gelişiminden daha önemli ve daha heyecan vericiymiş, matematiksel düşünme becerisi.
Her şeyi okullu zihinle öğrenmeye alışmışlar için, disiplinlerin ahenkli bir birliktelik oluşturduğunu keşfetmek, ayrı ayrı kompartmanlara ayrılmış ilimleri bir potada eritebilmek, en yüksek beceriymiş, anladım.
Çocuklar hayatı böyle görüyor zaten, ayırmıyor suni bir şekilde, içiçe geçmiş olanları.
Doğal öğrenim, çocuklara mı sadece?
Bilakis, öğrenmeyi sınıf sınıf ders ders ayırmış, buna alışmış tüm ailelere...
31 Ocak 2019 Perşembe
29 Ocak 2019 Salı
Çocuk Kitabı Raflarını Aşmak
Küçük bir şehrin küçücük bir köyünde yaşıyoruz. Eviniz kitapla doluyken kütüphaneye mi gidiyorsunuz, sorusunu ardımızda bırakıp her hafta halk kütüphanesine geliyoruz.
Çocuk kitaplarını hatim etmekle başladık işe önce, rengarenk bir dolu hazine.
Jules verne'ler, tekrar tekrar okunan klasikler, bir yerinden ruhlarını okşayan resimli kitapların yayınevlerine bakıp diğer basılmış kitaplarını arama çabaları, benim kendi içimdeki çocuğa okumak için aldıklarım...
Yerlere masalara yaydılar, bir güzel okundular, eve taşındılar.
Eski heves kalmayana dek.
Sonra?
Sonra biraz azaldı ilgi, öğrendiğimiz hemen her şeyde olduğu gibi.
Demlenme sürecine girdi.
Sonra?
Sonra çocuk raflarından yetişkin dünyasının kitap raflarına yöneldiler.
Ansiklopediler, eski tozlu kitaplar...
'Benim de bir sayfamı okuyacak yok mu?' diyen kitaplar...
Çağrılarını duydular.
İşte böyle keşfedildi, Resimli Ansiklopedi hazinesi.
Eski tozlu koca koca kitapları taşıdılar eve, görevlilerin hayretli bakışları eşliğinde.
Çeşit çeşit, rengarenk eski ciltli, hani insanın kollarını dolduran cinsten.
Evlerde yeri kalmadığı için bağışlanmıştı belki...
Yine onun kıymetini de çocuklar bildi, ne ibretli...
Çocuk kitaplarını hatim etmekle başladık işe önce, rengarenk bir dolu hazine.
Jules verne'ler, tekrar tekrar okunan klasikler, bir yerinden ruhlarını okşayan resimli kitapların yayınevlerine bakıp diğer basılmış kitaplarını arama çabaları, benim kendi içimdeki çocuğa okumak için aldıklarım...
Yerlere masalara yaydılar, bir güzel okundular, eve taşındılar.
Eski heves kalmayana dek.
Sonra?
Sonra biraz azaldı ilgi, öğrendiğimiz hemen her şeyde olduğu gibi.
Demlenme sürecine girdi.
Sonra?
Sonra çocuk raflarından yetişkin dünyasının kitap raflarına yöneldiler.
Ansiklopediler, eski tozlu kitaplar...
'Benim de bir sayfamı okuyacak yok mu?' diyen kitaplar...
Çağrılarını duydular.
İşte böyle keşfedildi, Resimli Ansiklopedi hazinesi.
Eski tozlu koca koca kitapları taşıdılar eve, görevlilerin hayretli bakışları eşliğinde.
Çeşit çeşit, rengarenk eski ciltli, hani insanın kollarını dolduran cinsten.
Evlerde yeri kalmadığı için bağışlanmıştı belki...
Yine onun kıymetini de çocuklar bildi, ne ibretli...
Çocuk ve Felsefe
En ilginç tanıklıklarım gece yatmadan önce yapılan sohbetlerde oluyor. Esasında bizim evde öğrenim, hep sohbetler üzerinden oluyor da diyebiliriz.
Geçmişte yaşamış birinin hayatından bahsederken 9.5 yaş durdu ve dedi ki:
-Tarih değil mi neticede, hikaye de olabilir bu anlattıkların.
-Nasıl yani?
-Yani doğruluğunu nereden bileceğiz, tarih de olabilir hikaye de
-?!
-Gerçekten yaşanmamış olabilir bunlar. Gerçek olduğunu bilmemiz için ispata ihtiyacımız var.
Bu ispatı da anlatan kişi yapmalı. Düşünsene, ben zaten hikaye bunlar diyorum, benim hikayeliğini ispatlamam saçma olmaz mı?
***
Allah nerede ben çok merak ediyorum, dedi 6.5 yaş.
Her yerde ve hiçbir yerde, dedi abisi.
Yani bizim anlayamayacağımız bir yerde.
Hepsinde ve hiçbirinde.
Mantıksız (insan mantığının dışında demek istiyor), yani mantık dışı, yani anlaman zor kardeşim.
?!
***
İnsan tasavvurunu aşan gerçeklikleri çocuklar kadar net anlatan var mıdır?
Düşüncemizin dayanaklarını onlar gibi ortaya seren, ve sorgulayan?
Piaget'in Çocuğun Gözüyle Dünya kitabını hatırlıyor zihnim.
Onlara daha fazla kulak vermeliyiz diyorum...
Geçmişte yaşamış birinin hayatından bahsederken 9.5 yaş durdu ve dedi ki:
-Tarih değil mi neticede, hikaye de olabilir bu anlattıkların.
-Nasıl yani?
-Yani doğruluğunu nereden bileceğiz, tarih de olabilir hikaye de
-?!
-Gerçekten yaşanmamış olabilir bunlar. Gerçek olduğunu bilmemiz için ispata ihtiyacımız var.
Bu ispatı da anlatan kişi yapmalı. Düşünsene, ben zaten hikaye bunlar diyorum, benim hikayeliğini ispatlamam saçma olmaz mı?
***
Allah nerede ben çok merak ediyorum, dedi 6.5 yaş.
Her yerde ve hiçbir yerde, dedi abisi.
Yani bizim anlayamayacağımız bir yerde.
Hepsinde ve hiçbirinde.
Mantıksız (insan mantığının dışında demek istiyor), yani mantık dışı, yani anlaman zor kardeşim.
?!
***
İnsan tasavvurunu aşan gerçeklikleri çocuklar kadar net anlatan var mıdır?
Düşüncemizin dayanaklarını onlar gibi ortaya seren, ve sorgulayan?
Piaget'in Çocuğun Gözüyle Dünya kitabını hatırlıyor zihnim.
Onlara daha fazla kulak vermeliyiz diyorum...
7 Ocak 2019 Pazartesi
Tanıyorum O Gözleri
Arıyorsun değil mi?
Sürekli arıyorsun. Nasıl yapıyorlar. Nasıl oluyor da oluyor.
Kafanı kurcalıyor.
Uçarcasına geziniyorsun bloglarda.
Üzerine tam oturacak tavsiyeyi bulmak için,
bir gün.
Her şey göründüğü kadar kolay olsaydı keşke,
çizmekte eksik kaldığımız noktalar gerçekten olmasaydı belki,
doğru olabilirdi varsayımların.
Hani her şey yazıldığı kadar düz ve dolambaçsız olacak, diyen içsesin.
Öyle olmuyor velakin,
en yakınlarınla bir destek çemberi oluşturmadan olmuyor.
Kendin gibi düşünenlerle bir topluluk oluşturmadan olamıyor.
Çocuklar bir fanusta büyümüyor asla.
Aileden başla topluluktan çık,
bir çocuk asla tek başına yetişmiyor.
Okulsuz öğrenmek senden başlıyor evet,
ama sende bitmiyor.
Oku elbet,
elbet gezin de uçarcasına.
Ama konunca bir yere kalbin,
içine sindikten sonra, başla ufak uygulamalara
eşinle konuşmaya
öğrenmenin doğasına eğilmeye biraz
biraz dikkat çekmeye
insanın doğasına
komşu çocuklarıyla biraraya gelmeye
yeniden canlandırmaya, ısıtmaya mahalleyi
yavaş yavaş
Sadece kendi çocuğun içinse bu,
bil ki sırıtır o da.
Allah Kendi derdiyle dertlenenin özel dertlerini satın alırmış, derler.
Kendi özelinden çık
sancısını çek mahallenin.
Kucakla çocuk olamayan çocuklarını
hadi hadilenen ve
kendi olmaklığı ertelenen o miniklerin.
Ondan sonra korkma artık,
Zaten çocukları, gölgesi değil midir,
çınar gibi yanıbaşlarında uzanan ebeveynlerinin...
Sürekli arıyorsun. Nasıl yapıyorlar. Nasıl oluyor da oluyor.
Kafanı kurcalıyor.
Uçarcasına geziniyorsun bloglarda.
Üzerine tam oturacak tavsiyeyi bulmak için,
bir gün.
Her şey göründüğü kadar kolay olsaydı keşke,
çizmekte eksik kaldığımız noktalar gerçekten olmasaydı belki,
doğru olabilirdi varsayımların.
Hani her şey yazıldığı kadar düz ve dolambaçsız olacak, diyen içsesin.
Öyle olmuyor velakin,
en yakınlarınla bir destek çemberi oluşturmadan olmuyor.
Kendin gibi düşünenlerle bir topluluk oluşturmadan olamıyor.
Çocuklar bir fanusta büyümüyor asla.
Aileden başla topluluktan çık,
bir çocuk asla tek başına yetişmiyor.
Okulsuz öğrenmek senden başlıyor evet,
ama sende bitmiyor.
Oku elbet,
elbet gezin de uçarcasına.
Ama konunca bir yere kalbin,
içine sindikten sonra, başla ufak uygulamalara
eşinle konuşmaya
öğrenmenin doğasına eğilmeye biraz
biraz dikkat çekmeye
insanın doğasına
komşu çocuklarıyla biraraya gelmeye
yeniden canlandırmaya, ısıtmaya mahalleyi
yavaş yavaş
Sadece kendi çocuğun içinse bu,
bil ki sırıtır o da.
Allah Kendi derdiyle dertlenenin özel dertlerini satın alırmış, derler.
Kendi özelinden çık
sancısını çek mahallenin.
Kucakla çocuk olamayan çocuklarını
hadi hadilenen ve
kendi olmaklığı ertelenen o miniklerin.
Ondan sonra korkma artık,
Zaten çocukları, gölgesi değil midir,
çınar gibi yanıbaşlarında uzanan ebeveynlerinin...
Kendi Kendine Öğrenme
Montessori eğitim felsefesinin kurucusu Maria Montessori, modelini nasıl kurduğunu soranlara, ben bir model kurmadım; yalnızca çocukları gözlemledim der.
Gözlem ve adeta yokmuşçasına yapılan bir rehberlik Montessori ve Reggio Emilia yaklaşımlarının özünü oluşturur.
Çocuğa kendi öğrenme yöntemini kendisi keşfetmesi ve kurması için zaman ve mekan sunulur.
***
9.5 yaşım kendi okuma yazma öğrenme yolculuğunun başında yani 3 yıl önce bunu bana göstermişti.
6yaşındayken harfleri yazıp kelimeleri kopyalıyordu. Yaptığı resimlerin ucuna köşesine harflerle imzasını atıyor, kendine dipnotlar düşüyordu.
Ortasına gülen suratlar çizdiği, şapkalar giydirdiği o ilk harflerini hiç unutmuyorum.
Özgün bir öğrenme yolculuğunun ilk işaretleriydi onlar...
Harfler birleşip kelimelere ulaştıkça, kağıtlara o kelimeleri yazıp resimlerini çizmeyi yine kendisi istedi.
Onlarca kelime onun çizdiği tasvirlerle birleşti. Üstüste eklendi. Bir resimli sözlük oluştu.
Ortaya çıkan kitapçığa bakıp eşimle gözgöze geldiğimizi hatırlıyorum. İnanamamıştık.
Bir resimli sözlük! Hangi metodun hangi yaklaşımın aklına gelirdi, bilinmez. Ama o öğrenme ile oyunu ayrıştırmadığı, kendine has metodunun peşinde ilerlemeye devam etti, biz de desteklemeye.
***
Zorlandığı harfleri hep sona bıraktı. Erteledi. Önce yapabildiklerinde ustalaşmak, öylesine çiziktirip bırakmak değil, gerçekten ustalaşmak için uğraştı.
Bunun için uzun zamana ihtiyacı vardı, biz de kendisine o zamanı verdik.
Zaten nereye yetişecektik, G'yi ve J'yi bir an önce öğrenmesi için niçindi bu acele?
Kendi özgün ilkesini kurmakla meşguldü o.
Zemini sağlam kurma ilkesi.
Yüzeyine değil, derinine inme ilkesini.
***
Disleksili insanlarda, yani dile de, mekana ve uzaya olduğu gibi semboller üzerinden değil, resimler üzerinden yaklaşan beyinlerde; parçayı değil bütünü algılamak isteyen, önce tüm'ü anlamlandırıp tüm'den öyle gelmeye yatkın zihinlerde, bu temayülün, derinleşme ilkesinin en yaygın yaklaşım olduğunu sonradan öğrenecektik.
***
Hayır, 3 ay sonra sular seller gibi okumuyordu.
Hatta bugün 3.5 yıl sonra bile okumanın kod çözümleme aşamasının, favori konusu olduğunu söyleyemem.
Ama gün be gün, an be an kendi yolunda ilerlemenin,
ona şuna buna göre değil, kendi hızında, hazır olduğunda öğrenmenin eminliğini yaşıyor.
Mukayese olunmadan,
bazen tökezleyerek bazen ilerleyerek
ama tamamen kendine özgü metoduyla öğreniyor okumayı.
Bunun için kendisinin yıllar içinde aştığı yolları birkaç ayda kateden 6 yaş kardeşinin yolcuğu rahatsız etmiyor onu.
Bizim onu izlediğimiz gibi,
o da kardeşinin yolculuğunu heyecanla ve hayretle, destek vererek izliyor...
Çünkü artık yakinen biliyor ki
insan denilen şey,
bir nev-i şahsına münhasır varlık...
5 Ocak 2019 Cumartesi
Kasım Ayı Tüyap Ayı
Kitap,
Daha fazla kitap,
Daha da fazla kitap.
Girişin kendisine Kumkurdu serisini hatırlattığı okuyucu,
Evet tam üstüne bastın.
Ondan bahsedeceğim,
kalbimize değen, derinliğimizden yakalayan o iyi kitaplarla olan hikayemizden.
Belli rutinler, yıllık, mevsimlik ritimler bizim ailemiz için çok önemli.
Ev ortamında oluşturmaya çalıştığım bu rutinler hayat kurtarıcı.
Sıkıldığımız, off ne yapsak şimdi dediğimizde, imdadımıza yetişip yüzümüzü güldürüyorlar.
Çocuklarımın da bu rutinlerden keyif aldığını, zamanla oluşan bir aile geleneği olarak geleceğe taşıyacağını görüyor ve hissedebiliyorum.
Zaten okulsuz öğrenimde en önemlisi oluşan bu anılar değil mi?
Olumlu duyguların eşlik ettiği öğrenme deneyimleri.
Bu kale daha nasıl sağlam hale getirilebilir ki?
Kitap fuarına elinden tutulup götürülen bir çocukluk.
Her yıl,
Her sene.
O fotoğraf, sanıyorum çocuklarıma verebileceğim en güzel portrelerden biri...
***
Tüyap Kitap Fuarı da bizim için öyle artık.
Yıl içerisinde almak istedikleri kitaplar o günlere biriktirilir.
Gezilecek yayınevleri, standlar, önceki sene alınan kitapların adlarıyla kodlanır zihinlere.
Dönüşte, sıraya dizilir kitaplar bir bir sevilir okşanır sayfaları özenle.
Rafa dizilir sonra, bunu oku anne, hayır hayır önce bunu oku anne.
Kütüphanenin yolu unutulur bir süre.
İhanet edilmez fuardan özenle seçilen güzelim kitaplara.
Bu sene 6 yaşım da kendine bir raf oluşturmuş.
'Uzun kitaplardan oku bana da artık anne' diyor.
Peki oğlum, sen de gir sıraya, girecektin bir gün nasılsa.
Allah annenizin diline damağına kuvvet versin :)
Birkaç bölüme ayrılıyor fuar bütçemiz, artık alıştı çocuklar da.
'Önce sahaflara gideceğiz abicim' diyorlar birbirlerine.
Sahaflarda süprizlerle karşılaşmayı, yeni tatlar bulmayı, başkalarının elinden geçip kendilerinde duraklayacak olanı almayı umuyoruz.
Sonra çook önceden listeye girmiş, o özel kitaplar giriyor devreye.
Standlarında yazarlarıyla karşılaşması umulan özel kitaplar.
Her sene artıyor sayıları.
Önceden bir başlık bir resim yeterken kitabın notunu vermeye,
yavaştan yayınevi de devreye giriyor.
'Bu yayınevi yapmışsaa güzeldir anne'ler.
'Aa Maskeli Fare'nin yayınevi, mutlaka alalım burdan bir tane'ler.
'Dedektif Sensin'i onlar çıkarmış, bakalım benzeri var mı'lar.
Sene içinde müfredatımızın çoğunu oluşturuyor, orda alınanlar.
Yayınevleri artık çok güzel çıkartmalı matematik kitapları da basıyorlar.
Birkaç tane böyle kitap da seçiyoruz.
6 Yaşımın favorisi nokta birleştirmeler.
Tübitak'ın nokta birleştirmelerini bir defa da onun için alıyoruz, abisinden sonra.
Nasiplerimizle geçerken fuarın hemen yan tarafındaki Artİstanbul sanat galerisine,
Hemen girişe çömüp kolumdan çekiştiriyorlar.
Hadi oku anne, biraz oku ne olur!!!
***
Eve dönüş yolunda bir fotoğraf var zihnimde sadece:
En ufağım 1.5 yaşım standın kasa sırasında kucağımda,
işaret ediyor ısrarla, eğiliyor bir kitaba doğru.
Anlayamıyorum önce, sonra evimizdeki en sevdiği 'at'lı kitabı gösterdiğini fark ediyorum.
Yüzbinlerce kitabın arasında o koca fuarda,
sen o kitabı nerden seçtin, nerden gördün çocuk?!
Daha fazla kitap,
Daha da fazla kitap.
Girişin kendisine Kumkurdu serisini hatırlattığı okuyucu,
Evet tam üstüne bastın.
Ondan bahsedeceğim,
kalbimize değen, derinliğimizden yakalayan o iyi kitaplarla olan hikayemizden.
Belli rutinler, yıllık, mevsimlik ritimler bizim ailemiz için çok önemli.
Ev ortamında oluşturmaya çalıştığım bu rutinler hayat kurtarıcı.
Sıkıldığımız, off ne yapsak şimdi dediğimizde, imdadımıza yetişip yüzümüzü güldürüyorlar.
Çocuklarımın da bu rutinlerden keyif aldığını, zamanla oluşan bir aile geleneği olarak geleceğe taşıyacağını görüyor ve hissedebiliyorum.
Zaten okulsuz öğrenimde en önemlisi oluşan bu anılar değil mi?
Olumlu duyguların eşlik ettiği öğrenme deneyimleri.
Bu kale daha nasıl sağlam hale getirilebilir ki?
Kitap fuarına elinden tutulup götürülen bir çocukluk.
Her yıl,
Her sene.
O fotoğraf, sanıyorum çocuklarıma verebileceğim en güzel portrelerden biri...
***
Tüyap Kitap Fuarı da bizim için öyle artık.
Yıl içerisinde almak istedikleri kitaplar o günlere biriktirilir.
Gezilecek yayınevleri, standlar, önceki sene alınan kitapların adlarıyla kodlanır zihinlere.
Dönüşte, sıraya dizilir kitaplar bir bir sevilir okşanır sayfaları özenle.
Rafa dizilir sonra, bunu oku anne, hayır hayır önce bunu oku anne.
Kütüphanenin yolu unutulur bir süre.
İhanet edilmez fuardan özenle seçilen güzelim kitaplara.
Bu sene 6 yaşım da kendine bir raf oluşturmuş.
'Uzun kitaplardan oku bana da artık anne' diyor.
Peki oğlum, sen de gir sıraya, girecektin bir gün nasılsa.
Allah annenizin diline damağına kuvvet versin :)
Birkaç bölüme ayrılıyor fuar bütçemiz, artık alıştı çocuklar da.
'Önce sahaflara gideceğiz abicim' diyorlar birbirlerine.
Sahaflarda süprizlerle karşılaşmayı, yeni tatlar bulmayı, başkalarının elinden geçip kendilerinde duraklayacak olanı almayı umuyoruz.
Sonra çook önceden listeye girmiş, o özel kitaplar giriyor devreye.
Standlarında yazarlarıyla karşılaşması umulan özel kitaplar.
Her sene artıyor sayıları.
Önceden bir başlık bir resim yeterken kitabın notunu vermeye,
yavaştan yayınevi de devreye giriyor.
'Bu yayınevi yapmışsaa güzeldir anne'ler.
'Aa Maskeli Fare'nin yayınevi, mutlaka alalım burdan bir tane'ler.
'Dedektif Sensin'i onlar çıkarmış, bakalım benzeri var mı'lar.
Sene içinde müfredatımızın çoğunu oluşturuyor, orda alınanlar.
Yayınevleri artık çok güzel çıkartmalı matematik kitapları da basıyorlar.
Birkaç tane böyle kitap da seçiyoruz.
6 Yaşımın favorisi nokta birleştirmeler.
Tübitak'ın nokta birleştirmelerini bir defa da onun için alıyoruz, abisinden sonra.
Nasiplerimizle geçerken fuarın hemen yan tarafındaki Artİstanbul sanat galerisine,
Hemen girişe çömüp kolumdan çekiştiriyorlar.
Hadi oku anne, biraz oku ne olur!!!
***
Eve dönüş yolunda bir fotoğraf var zihnimde sadece:
En ufağım 1.5 yaşım standın kasa sırasında kucağımda,
işaret ediyor ısrarla, eğiliyor bir kitaba doğru.
Anlayamıyorum önce, sonra evimizdeki en sevdiği 'at'lı kitabı gösterdiğini fark ediyorum.
Yüzbinlerce kitabın arasında o koca fuarda,
sen o kitabı nerden seçtin, nerden gördün çocuk?!
4 Ocak 2019 Cuma
Evde Eğitim Evde Mi Acaba?
Belki sıfırdan başlamak gerekiyor.
Evde eğitimin, sırf evde olmak olmadığını anlatmaya.
Çocuğu sınıfın duvarları arasından alıp evin duvarları arasına koyunca değişmiyor hiçbir şey,
yani, hemen hemen hiçbir şey.
Onu alıp, onunla hayata katılmakta mesele.
Sosyalleşme mevzuunu soruyorlar derhal,
asıl güçlü yanı zaten bu diyorum ben de.
Evde eğitim, evde değil ki!
Evden; evde değil.
Evden hayata.
Evden topluma.
Evden bilgiyi alabileceği herhangi bir yer, kaynak veya kişiye doğru bir yolculuk bu.
Hayatın içinde öğrenen ailelerin kütüphaneleri ihya etmesi bundan,
Kimsenin uğramadığı müzeleri bulup keşfetmesi bundan,
Dökülen tarihi mekanlarda çoklu öğrenmeyi yeniden canlandıran atölyeler yapmaları bundan.
Konaklamalı geniş aile ve dost ziyaretlerini canlandırmaları bundan.
Bundan, dizinin dibine oturmaları gençlerin kapısını çalmadığı ustaların,
Gönüllü olmak istemeleri çeşitli sosyal alanlarda bundan.
***
Tüm bu gayret her zaman evden dışa da değil elbet,
bazen de evde, kendi içine yolculuk.
Bu ikisi tamamlamasa birbirini zaten neye yarar
Evde eğitime, evde denmesi?
Evde eğitimin, sırf evde olmak olmadığını anlatmaya.
Çocuğu sınıfın duvarları arasından alıp evin duvarları arasına koyunca değişmiyor hiçbir şey,
yani, hemen hemen hiçbir şey.
Onu alıp, onunla hayata katılmakta mesele.
Sosyalleşme mevzuunu soruyorlar derhal,
asıl güçlü yanı zaten bu diyorum ben de.
Evde eğitim, evde değil ki!
Evden; evde değil.
Evden hayata.
Evden topluma.
Evden bilgiyi alabileceği herhangi bir yer, kaynak veya kişiye doğru bir yolculuk bu.
Hayatın içinde öğrenen ailelerin kütüphaneleri ihya etmesi bundan,
Kimsenin uğramadığı müzeleri bulup keşfetmesi bundan,
Dökülen tarihi mekanlarda çoklu öğrenmeyi yeniden canlandıran atölyeler yapmaları bundan.
Konaklamalı geniş aile ve dost ziyaretlerini canlandırmaları bundan.
Bundan, dizinin dibine oturmaları gençlerin kapısını çalmadığı ustaların,
Gönüllü olmak istemeleri çeşitli sosyal alanlarda bundan.
***
Tüm bu gayret her zaman evden dışa da değil elbet,
bazen de evde, kendi içine yolculuk.
Bu ikisi tamamlamasa birbirini zaten neye yarar
Evde eğitime, evde denmesi?
Az Daha İyidir; Matematikte Bile!
Yıl 1929.
Yer ABD Manchester-New Hampshire.
Bir eğitimci.
Eyaletin okullarından sorumlu bir MEB yöneticisi.
Louis Benezet.
Diyor ki: 6. Sınıfa kadar olan çocukların sistematik matematik derslerine ihtiyaçları yoktur. Tüm aritmetik işlemlerini çocuklar 7. sınıftan sonra kısa bir çalışmayla öğrenebilir!
İddia büyük.
Hadi tarih, coğrafya neyse.
Matematik bu! Öğretmeden nasıl olur?
İddiasını ispat etmek için 7 yıl boyunca, çeşitli okullarda deney ve kontrol sınıfları oluşturur Benezet. İlköğretim 3-4-5. sınıflardan seçtiği deney sınıflarında klasik matematik derslerini tamamen kaldırır.
Bunun yerine günlük matematik uygulamaları dahil edilir programa: takvim okuma, saati söyleme, oyuncak paralarla alışveriş oyunları gibi şeyler yapılır. Yarım, düzine, dar açı, geniş açı gibi kavramlar yeri geldikçe üzerine sohbet edilir birlikte.
Matematiksel işlemler yerine dil kullanımına ve mantığa ağırlık verilir.
Çocuklar okudukları kitapları, karşılaştıkları olayları, izledikleri filmleri analiz edip sınıfa yazılı, sözlü anlatmaya teşvik edilirler. Bu sınıflar bir yılın sonunda, ilginç bir şekilde keyfin hakim olduğu, içeri girenin cıvıl cıvıl havasını hemen fark ettiği ortamlara dönüşür.
Çocuklar çarpım tablosu ezberlemeye ya da uzun bölme işlemleri yapmaya mecbur tutulmamışlardır.
Kontrol sınıflarında ise, klasik matematik dersleri devam eder.
Bir yılın sonunda deney ve kontrol sınıfları arasında, ciddi farklar görülür.
Sonuçlar matematiğin ötesindedir...
1. Klasik yöntemle eğitim gören çocuklara neler okudukları sorulduğunda, yetişkinlere karşı bariz biçimde daha çekingen, utangaç ve özgüvensiz şekilde konuştukları görülür. Üstelik 4. sınıflardan, ders dışı kitap okuyan tek bir çocuk bile çıkmaz.
Deney sınıfındaki çocuklarınsa bir saatten fazla süreyle yetişkinlere okudukları kitapları seve seve gözleri parlayarak anlattıkları gözlemlenir. Hatta sohbeti uzatmak isterler.
2. Her iki sınıfa da ünlü sanat eserlerinin resimleri asılarak çocuklardan bunlardan aldıkları ilhamla kompozisyonlar yazmaları istenir. Yazıların hepsi hangi okul, hangi sınıftan geldiği belirtilmeden bir kurula gönderilir. Kuruldan en iyi kağıtları seçmesi istenir.
Seçilen kağıtların hepsi klasik matematik eğitimi yerine günlük matematik, dil ve mantık ağırlıklı eğitim gören çocuklara aittir. Kontrol sınıfları 40 civarı sıfat kullanırken, deney sınıfı çocukları 128 sıfat kullanmıştır yazılarında.
3. Uzun yıllardır erken matematik öğretiminin çocukların muhakeme yeteneğini körelttiğini düşünen Benezet iddiasını ispat için deney ve kontrol sınıflarına sözlü bir matematik problemi ile gider. Kontrol sınıfları hemen aritmetik işlemlere gömülür ve fakat çok az doğru sonuca ulaşabilirler.
Yalnızca günlük hayat matematiği gören deney sınıfındaki çocukların ise doğru cevaplara mantık yürütme ve muhakeme ile daha kolay ulaştıkları görülür.
4. Araştırma genişletilerek devam eder. 6. sınıfa kadar formal matematik eğitimi almayan, sadece 6. sınıfın son döneminde bir matematik kitabı takip eden deney sınıfları, sene sonunda yapılan testlerde klasik matemtaik eğitimi alan çocuklarla aynı puanlara ulaşır. Hatta matematik puanı en iyi olan sınıf, yıllarca sınavlarla klasik aritmetik eğitimi alan kontrol sınıfı değil, 6. sınıfa kadar sadece günlük matematik, mantık, muhakeme eğitimi alan sınıftır.
Sonuçlar Benezet'i haklı çıkarır.
Çocukların erken yaştan itibaren daha fazla formal ve klasik matematik eğitimine değil,
hayatın akışı içerisinde karşılaştıkları matematiği anlamaya;
okuma-yazma ve mantık yürütme becerilerine ağırlık veren bir eğitim yaklaşımına ihtiyacı vardır.
Dipnot: Araştırmanın detaylarını aldığım kaynak kitap:
Free Range Learning (Laura Grace Weldon) sf 24-26.
Araştırma ile ilgili bir değerlendirme için buraya bakınız.
Yer ABD Manchester-New Hampshire.
Bir eğitimci.
Eyaletin okullarından sorumlu bir MEB yöneticisi.
Louis Benezet.
Diyor ki: 6. Sınıfa kadar olan çocukların sistematik matematik derslerine ihtiyaçları yoktur. Tüm aritmetik işlemlerini çocuklar 7. sınıftan sonra kısa bir çalışmayla öğrenebilir!
İddia büyük.
Hadi tarih, coğrafya neyse.
Matematik bu! Öğretmeden nasıl olur?
İddiasını ispat etmek için 7 yıl boyunca, çeşitli okullarda deney ve kontrol sınıfları oluşturur Benezet. İlköğretim 3-4-5. sınıflardan seçtiği deney sınıflarında klasik matematik derslerini tamamen kaldırır.
Bunun yerine günlük matematik uygulamaları dahil edilir programa: takvim okuma, saati söyleme, oyuncak paralarla alışveriş oyunları gibi şeyler yapılır. Yarım, düzine, dar açı, geniş açı gibi kavramlar yeri geldikçe üzerine sohbet edilir birlikte.
Matematiksel işlemler yerine dil kullanımına ve mantığa ağırlık verilir.
Çocuklar okudukları kitapları, karşılaştıkları olayları, izledikleri filmleri analiz edip sınıfa yazılı, sözlü anlatmaya teşvik edilirler. Bu sınıflar bir yılın sonunda, ilginç bir şekilde keyfin hakim olduğu, içeri girenin cıvıl cıvıl havasını hemen fark ettiği ortamlara dönüşür.
Çocuklar çarpım tablosu ezberlemeye ya da uzun bölme işlemleri yapmaya mecbur tutulmamışlardır.
Kontrol sınıflarında ise, klasik matematik dersleri devam eder.
Bir yılın sonunda deney ve kontrol sınıfları arasında, ciddi farklar görülür.
Sonuçlar matematiğin ötesindedir...
1. Klasik yöntemle eğitim gören çocuklara neler okudukları sorulduğunda, yetişkinlere karşı bariz biçimde daha çekingen, utangaç ve özgüvensiz şekilde konuştukları görülür. Üstelik 4. sınıflardan, ders dışı kitap okuyan tek bir çocuk bile çıkmaz.
Deney sınıfındaki çocuklarınsa bir saatten fazla süreyle yetişkinlere okudukları kitapları seve seve gözleri parlayarak anlattıkları gözlemlenir. Hatta sohbeti uzatmak isterler.
2. Her iki sınıfa da ünlü sanat eserlerinin resimleri asılarak çocuklardan bunlardan aldıkları ilhamla kompozisyonlar yazmaları istenir. Yazıların hepsi hangi okul, hangi sınıftan geldiği belirtilmeden bir kurula gönderilir. Kuruldan en iyi kağıtları seçmesi istenir.
Seçilen kağıtların hepsi klasik matematik eğitimi yerine günlük matematik, dil ve mantık ağırlıklı eğitim gören çocuklara aittir. Kontrol sınıfları 40 civarı sıfat kullanırken, deney sınıfı çocukları 128 sıfat kullanmıştır yazılarında.
3. Uzun yıllardır erken matematik öğretiminin çocukların muhakeme yeteneğini körelttiğini düşünen Benezet iddiasını ispat için deney ve kontrol sınıflarına sözlü bir matematik problemi ile gider. Kontrol sınıfları hemen aritmetik işlemlere gömülür ve fakat çok az doğru sonuca ulaşabilirler.
Yalnızca günlük hayat matematiği gören deney sınıfındaki çocukların ise doğru cevaplara mantık yürütme ve muhakeme ile daha kolay ulaştıkları görülür.
4. Araştırma genişletilerek devam eder. 6. sınıfa kadar formal matematik eğitimi almayan, sadece 6. sınıfın son döneminde bir matematik kitabı takip eden deney sınıfları, sene sonunda yapılan testlerde klasik matemtaik eğitimi alan çocuklarla aynı puanlara ulaşır. Hatta matematik puanı en iyi olan sınıf, yıllarca sınavlarla klasik aritmetik eğitimi alan kontrol sınıfı değil, 6. sınıfa kadar sadece günlük matematik, mantık, muhakeme eğitimi alan sınıftır.
Sonuçlar Benezet'i haklı çıkarır.
Çocukların erken yaştan itibaren daha fazla formal ve klasik matematik eğitimine değil,
hayatın akışı içerisinde karşılaştıkları matematiği anlamaya;
okuma-yazma ve mantık yürütme becerilerine ağırlık veren bir eğitim yaklaşımına ihtiyacı vardır.
Dipnot: Araştırmanın detaylarını aldığım kaynak kitap:
Free Range Learning (Laura Grace Weldon) sf 24-26.
Araştırma ile ilgili bir değerlendirme için buraya bakınız.
Okulsuz Dil Feslefesi
Diller, sözcükler, ifade biçimleri...
Niçin böyleler?
Daha farklı olamazlar mıydı?
Aklımın ucundan geçmeyen sorulara muhatap olmak: Okulsuz öğrenime hoşgeldiniz :)
Diller nasıl oluştu anne?
Mesela 'bilgi'ye neden bilgi diyoruz?
Ve sonra da 'bilgisayar' diyoruz?
Kelimeler nasıl oluşur?
Ve insan nasıl konuşur?
Sadece dinliyorum bazen. Ki cevaplarımı da merak etmiyor aslında.
O sorularını çoğaltmak için benimle sohbet ediyor daha çok.
Ve kendi teorilerini kurmak için.
Uzun kış geceleri okulsuz öğrenimde çokça işe yarıyor: felsefe yapmak için :)
Dile dair düşüncesini böyle açıkladı bir gün:
-Anne, geceye neden gece diyoruz?
-Efendim?
-Yani gece ile akşam ayrı şeyler mi?
-Güneş batınca oluşan ilk karanlığa akşam diyorum, daha koyulaşınca da gece diyoruz, dedim.
-Tamam da geceye neden ge-ce, akşama da neden akkk-şamm diyoruz?
-Nasıl yani (içses: giderek zorlaşıyor bu iş :)
-Yani bak anlatayım: Ge-ce (vurgulu söylüyor), bak ne kadar ince söyleniyor.
Akk-şam (daha vurgulu) bak bu da ne kadar kalın. Bence geceye akşam denmeliydi. Daha koyu karanlıksa, daha kalın sesli olan o olmalı. Yani geceye akşam, akşama da gece demeliyiz bence.
-?!
-Akk-şammm (kendi kendine tekrar ederek), yani kalın. Karanlık geceyi daha anlamsatıyor.
-?! (Anlamsatıyor? Devreler yandı, ben iptal :)
İnce sesli-kalın sesli, hangi sınıfın dilbilgisi konusuydu o?
Şimdilerde sözcükler ilgisini çekiyor. Evdeki Türk dili sözlüğünden sayfa seçip kelimeleri okutturuyor bana. Kulağına ahenkli geleni dinleyip, komik gelene gülüyor.
Annesinin birçoğunu bilememesine hayret ediyor.
'Nasıl olur?
Bilmediğin kelimeler de mi var senin?'
Ah çocuğum daha bilmediği neler var annenin,
bir tanesini daha diyeyim;
Bu yolculuğun sonu nereye varır bilememekteyim,
Ancak düşünmeye, kendi varsayımlarını oluşturmaya, bolca vakit bulabildiğin kesin :)
Niçin böyleler?
Daha farklı olamazlar mıydı?
Aklımın ucundan geçmeyen sorulara muhatap olmak: Okulsuz öğrenime hoşgeldiniz :)
Diller nasıl oluştu anne?
Mesela 'bilgi'ye neden bilgi diyoruz?
Ve sonra da 'bilgisayar' diyoruz?
Kelimeler nasıl oluşur?
Ve insan nasıl konuşur?
Sadece dinliyorum bazen. Ki cevaplarımı da merak etmiyor aslında.
O sorularını çoğaltmak için benimle sohbet ediyor daha çok.
Ve kendi teorilerini kurmak için.
Uzun kış geceleri okulsuz öğrenimde çokça işe yarıyor: felsefe yapmak için :)
Dile dair düşüncesini böyle açıkladı bir gün:
-Anne, geceye neden gece diyoruz?
-Efendim?
-Yani gece ile akşam ayrı şeyler mi?
-Güneş batınca oluşan ilk karanlığa akşam diyorum, daha koyulaşınca da gece diyoruz, dedim.
-Tamam da geceye neden ge-ce, akşama da neden akkk-şamm diyoruz?
-Nasıl yani (içses: giderek zorlaşıyor bu iş :)
-Yani bak anlatayım: Ge-ce (vurgulu söylüyor), bak ne kadar ince söyleniyor.
Akk-şam (daha vurgulu) bak bu da ne kadar kalın. Bence geceye akşam denmeliydi. Daha koyu karanlıksa, daha kalın sesli olan o olmalı. Yani geceye akşam, akşama da gece demeliyiz bence.
-?!
-Akk-şammm (kendi kendine tekrar ederek), yani kalın. Karanlık geceyi daha anlamsatıyor.
-?! (Anlamsatıyor? Devreler yandı, ben iptal :)
İnce sesli-kalın sesli, hangi sınıfın dilbilgisi konusuydu o?
Şimdilerde sözcükler ilgisini çekiyor. Evdeki Türk dili sözlüğünden sayfa seçip kelimeleri okutturuyor bana. Kulağına ahenkli geleni dinleyip, komik gelene gülüyor.
Annesinin birçoğunu bilememesine hayret ediyor.
'Nasıl olur?
Bilmediğin kelimeler de mi var senin?'
Ah çocuğum daha bilmediği neler var annenin,
bir tanesini daha diyeyim;
Bu yolculuğun sonu nereye varır bilememekteyim,
Ancak düşünmeye, kendi varsayımlarını oluşturmaya, bolca vakit bulabildiğin kesin :)
Ayanı Beyan Etme
Çocuklarında en çok hangi değerin neşvünema bulmasını ve hayatları boyunca kendilerine eşlik etmesini dilerdin deseler; bu merhamet olurdu.
Okulsuz eğitimi tercih eden ailelerin bu konuda avantaj içerisinde olduğunu söylemek istedim; Peter Gray'in kitabı Free to Learn'ün sayfaları arasında gezinirken.
'Ayanı beyan' lafı, okulsuz eğitim deyince en çok aklıma gelen artık. Ayanı beyan yolculuğunda ise, okullu araştırmalar ara ara önüme gelen, bunun kanıtları belki de...
Kanada'da sınıflar arasında yapılan deneysel bir çalışmadan bahsetmek isterim.
Psikolog bir araştırmacı hanım çocukların aynı yaş gruplarında değil, kendilerinden en az 3 yaş küçük çocukların olduğu ortamlarda empati, merhamet gibi değerleri daha kolay geliştirdiğini fark edip bir deney yapıyor.
Bazı sınıflarda ayda bir bebekli bir annenin gelip ziyaret etmesini sağlıyorlar.
Aylar sonra verilere baktıklarında akran zorbalığı bu sınıflarda ciddi oranda azalıyor.
Çocuklar birbirlerine karşı daha nazik ve merhametli davranmaya başlıyorlar.
Bebeğin ziyareti sınıftaki havayı gözle görülür biçimde haftalarca etkisi altına alıyor. Kendinden küçük olanın nasılllığı, belli ki şefkat damarlarını çıkarıyor ortaya...
Keşke doğallığında olanı kavrayabilmek için bu araştırmalara ihtiyaç duymasak,
biraz gözlemlesek,yaş yaş hatta ay farklarıyla birbirlerinden ayırdığımız çocukları.
Hayatı bir yarış gibi göstermesek de,
herkesin kendinde olanı cömertçe sunduğu bir sofra olarak kalsa zihinlerinde, en güzel yılları.
***
Yazıyı kaleme alırken büyüğüm küçüğüme sesleniyor 'abicim sen gerçekten de çok ilginç şeyler buluyorsun, biliyor musun?'
Minnet dolu küçüğüm cevap veriyor 'gerçekten mi abicim?'
***
Benimse o an kafamda gezen soru şu:
Oluşturduğumuz ortamlar, en çok neyi besliyor?
Dipnot: Araştırmacının adı Mary Gordon. Programın adı Roots of Emphaty.
Kaynak: Free to Learn, Peter Gray, sf200.
Kitabın Türkçe çevirisi burada
Okulsuz eğitimi tercih eden ailelerin bu konuda avantaj içerisinde olduğunu söylemek istedim; Peter Gray'in kitabı Free to Learn'ün sayfaları arasında gezinirken.
'Ayanı beyan' lafı, okulsuz eğitim deyince en çok aklıma gelen artık. Ayanı beyan yolculuğunda ise, okullu araştırmalar ara ara önüme gelen, bunun kanıtları belki de...
Kanada'da sınıflar arasında yapılan deneysel bir çalışmadan bahsetmek isterim.
Psikolog bir araştırmacı hanım çocukların aynı yaş gruplarında değil, kendilerinden en az 3 yaş küçük çocukların olduğu ortamlarda empati, merhamet gibi değerleri daha kolay geliştirdiğini fark edip bir deney yapıyor.
Bazı sınıflarda ayda bir bebekli bir annenin gelip ziyaret etmesini sağlıyorlar.
Aylar sonra verilere baktıklarında akran zorbalığı bu sınıflarda ciddi oranda azalıyor.
Çocuklar birbirlerine karşı daha nazik ve merhametli davranmaya başlıyorlar.
Bebeğin ziyareti sınıftaki havayı gözle görülür biçimde haftalarca etkisi altına alıyor. Kendinden küçük olanın nasılllığı, belli ki şefkat damarlarını çıkarıyor ortaya...
Keşke doğallığında olanı kavrayabilmek için bu araştırmalara ihtiyaç duymasak,
biraz gözlemlesek,yaş yaş hatta ay farklarıyla birbirlerinden ayırdığımız çocukları.
Hayatı bir yarış gibi göstermesek de,
herkesin kendinde olanı cömertçe sunduğu bir sofra olarak kalsa zihinlerinde, en güzel yılları.
***
Yazıyı kaleme alırken büyüğüm küçüğüme sesleniyor 'abicim sen gerçekten de çok ilginç şeyler buluyorsun, biliyor musun?'
Minnet dolu küçüğüm cevap veriyor 'gerçekten mi abicim?'
***
Benimse o an kafamda gezen soru şu:
Oluşturduğumuz ortamlar, en çok neyi besliyor?
Dipnot: Araştırmacının adı Mary Gordon. Programın adı Roots of Emphaty.
Kaynak: Free to Learn, Peter Gray, sf200.
Kitabın Türkçe çevirisi burada
3 Ocak 2019 Perşembe
Mutfakta Matematik
En ilginç sohbetler hep mutfak sofrasında yapılıyor.
Bir elimde kepçe, çocukların sorularına yetişmeye çalışırken.
'Bana kendiliğinden öğrenmenin portresini çizer misin' deseler hani, mutfak resmi çizeceğim, o kadar :)
Yine böylesi bir sohbet sırasında 36*36'yı sordu 9.5 yaş'ım.
-ohoo, kafadan çarpamam ben onu, hesap makinesi lazım dedim.
-30 kere 30 kaç eder peki, dedi.
-3 kere 3, 9. Yanına da iki sıfır koyarsak 900 eder, dedim.
-6 kere 6 da 36 olduğuna göre, cevap 936 olmalı, diye nokta atışı yaptı.
Anlamadım neden bahsettiğini bir an.
-Efendim? dedim.
-36 kere 36 yani, 936 olmalı diyorum.
Ama bi dakka, şey hesap makinesi getirecektik daha derken içses, bir ampul yandı kafamda.
Çarpmanın dağılma özelliğini keşfetmiş çocuk!
Nasıl mı?
36*36 değil mi sorumuz?
(30+6)*(30+6) olarak hayal etmiş soruyu evladımız, ki bu doğru.
Sonra da dağıtarak çarpmış zihninden.
(30*30)+(6*6)'ya eşittir demiş, sonuç.
Cebirin mantığına giriş bu!
Evet (30*6)+(6*30) kısmını eklemesi gerektiğini bilememiş elbet.
Hesap makinesini getirdi, sonuç 1296 çıkınca şaşırdı. nasıl olur? Aradaki farka baktık 360.
Neden oluştu bu fark?
O bunun cevabını düşünedursun, ben hem pratik düşünme tarzına hem de fark etmeden cebirin temellerini atmasına şaşkınlıkla bakakaldım.
Seyirnameye not düşmek kaldı geriye;
Matematik felsefesi matematiğin neresinde? Yoksa aritmetik hesaplamalar mıdır matematik dediğimiz şey sadece?
3. sınıf yaşında bile hazır olabilir mi bir çocuk 7. sınıf cebir mantığına?
Kim demiş belli konular ancak belli yaşlarda öğrenilir diye?
Öğrenme lineer değil, asitmetrik mi yoksa?
Belli ki, sebebi blog bunun canlı kanıtı olmakta...
Bir elimde kepçe, çocukların sorularına yetişmeye çalışırken.
'Bana kendiliğinden öğrenmenin portresini çizer misin' deseler hani, mutfak resmi çizeceğim, o kadar :)
Yine böylesi bir sohbet sırasında 36*36'yı sordu 9.5 yaş'ım.
-ohoo, kafadan çarpamam ben onu, hesap makinesi lazım dedim.
-30 kere 30 kaç eder peki, dedi.
-3 kere 3, 9. Yanına da iki sıfır koyarsak 900 eder, dedim.
-6 kere 6 da 36 olduğuna göre, cevap 936 olmalı, diye nokta atışı yaptı.
Anlamadım neden bahsettiğini bir an.
-Efendim? dedim.
-36 kere 36 yani, 936 olmalı diyorum.
Ama bi dakka, şey hesap makinesi getirecektik daha derken içses, bir ampul yandı kafamda.
Çarpmanın dağılma özelliğini keşfetmiş çocuk!
Nasıl mı?
36*36 değil mi sorumuz?
(30+6)*(30+6) olarak hayal etmiş soruyu evladımız, ki bu doğru.
Sonra da dağıtarak çarpmış zihninden.
(30*30)+(6*6)'ya eşittir demiş, sonuç.
Cebirin mantığına giriş bu!
Evet (30*6)+(6*30) kısmını eklemesi gerektiğini bilememiş elbet.
Hesap makinesini getirdi, sonuç 1296 çıkınca şaşırdı. nasıl olur? Aradaki farka baktık 360.
Neden oluştu bu fark?
O bunun cevabını düşünedursun, ben hem pratik düşünme tarzına hem de fark etmeden cebirin temellerini atmasına şaşkınlıkla bakakaldım.
Seyirnameye not düşmek kaldı geriye;
Matematik felsefesi matematiğin neresinde? Yoksa aritmetik hesaplamalar mıdır matematik dediğimiz şey sadece?
3. sınıf yaşında bile hazır olabilir mi bir çocuk 7. sınıf cebir mantığına?
Kim demiş belli konular ancak belli yaşlarda öğrenilir diye?
Öğrenme lineer değil, asitmetrik mi yoksa?
Belli ki, sebebi blog bunun canlı kanıtı olmakta...
Okulsuz Sanat
Çocuklara yönelik bir resim kursuna misafir olarak katıldı bizim oğlanlar.
Malzemelerinizi kendiniz götürdüğünüz, bir kuruluşun sponsorluğunu yaptığı ücretsiz bir kurstu bu.
Ufağım çizime çok meraklı.
Bence 5&6 yaş, çocuklarla sanatçı ruhun tavan yaptığı bir yaş.
Boyalarla oynamak onun daha fazla ilgisini çeker diye ayarlamıştım ama yapılandırılmış bir ortam olduğunu görünce bizim ufaklığın sanatçı ruhu içeri kaçtı :)
Hangi boyayı istersin, ne resmi yapacaksın demişler. Bizimki de çoğunlukla sürrealist takıldığı için :) cevap verememiş.
Elinde Van Gogh çizimli fotokopi boyama kağıdı ile çıktı dışarı. Resim yapacakmış ama, evde :)
Büyüğüm ise kağıtlara gömülmüş, resim hocasının gösterdiği teknikleri hemen öğrenmiş, 2 saat boyunca kafasını kaldırmadan resim yapmış. En son resmi bitirip havaya kaldırdığında kursun hocası değerlendirdi yanımızda.
'Çok yetenekli bir çocuk, diğerleri hep gösterdiğim renkleri kullandılar ama oğlunuz çok canlı ve farklı renkler kullandı. Net çizgileri var. Kendine has, mutlaka yönlendirin' dedi.
Çocuğumu mu tarif etti, bence hayır.
Okulsuz çocuklardı genel olarak bence tarif ettiği :)
Bize nasıl yapıyorsun diye soruyorlar,
Ne yaptığımız değil, aslında neyi yapmadığımızdır belki de önemli olan...
sonsöz: hayır, çocuğumun ilerde bir Van Gogh olacağını düşünmüyorum.
Ama estetik duygusu gelişmiş,
hayatın zorluklarıyla boğuşurken kafasını kaldırdığında başının hemen üzerindeki güzellikleri görebilecek bir bakışa sahip olmasını,
evet, bunu kazanmış olmasını yürekten diliyorum.
'Kazanmış' mı dedim?
Cıks, olmadı.
'Korumuş' olacaktı doğru kelime...
Malzemelerinizi kendiniz götürdüğünüz, bir kuruluşun sponsorluğunu yaptığı ücretsiz bir kurstu bu.
Ufağım çizime çok meraklı.
Bence 5&6 yaş, çocuklarla sanatçı ruhun tavan yaptığı bir yaş.
Boyalarla oynamak onun daha fazla ilgisini çeker diye ayarlamıştım ama yapılandırılmış bir ortam olduğunu görünce bizim ufaklığın sanatçı ruhu içeri kaçtı :)
Hangi boyayı istersin, ne resmi yapacaksın demişler. Bizimki de çoğunlukla sürrealist takıldığı için :) cevap verememiş.
Elinde Van Gogh çizimli fotokopi boyama kağıdı ile çıktı dışarı. Resim yapacakmış ama, evde :)
Büyüğüm ise kağıtlara gömülmüş, resim hocasının gösterdiği teknikleri hemen öğrenmiş, 2 saat boyunca kafasını kaldırmadan resim yapmış. En son resmi bitirip havaya kaldırdığında kursun hocası değerlendirdi yanımızda.
'Çok yetenekli bir çocuk, diğerleri hep gösterdiğim renkleri kullandılar ama oğlunuz çok canlı ve farklı renkler kullandı. Net çizgileri var. Kendine has, mutlaka yönlendirin' dedi.
Çocuğumu mu tarif etti, bence hayır.
Okulsuz çocuklardı genel olarak bence tarif ettiği :)
Bize nasıl yapıyorsun diye soruyorlar,
Ne yaptığımız değil, aslında neyi yapmadığımızdır belki de önemli olan...
sonsöz: hayır, çocuğumun ilerde bir Van Gogh olacağını düşünmüyorum.
Ama estetik duygusu gelişmiş,
hayatın zorluklarıyla boğuşurken kafasını kaldırdığında başının hemen üzerindeki güzellikleri görebilecek bir bakışa sahip olmasını,
evet, bunu kazanmış olmasını yürekten diliyorum.
'Kazanmış' mı dedim?
Cıks, olmadı.
'Korumuş' olacaktı doğru kelime...
Soru Koleksiyonu
Zaman: Ağustos 2018
Mekan: Tarlalar Arasında
Soru biriktiriyorlar.
Hayır, taş ve anahtarlık da biriktiriyorlar da.
Bir de sorular var. En zorları. Hiç aklıma gelmeyenleri.
Okullu düşünceden arınma seansları, bana.
Sonra beklenmedik bir anda karşılaşılan, tam da konunun hakimi bir dost çıkıveriyor işte.
Nasıl oluyor bilmiyorum ama sorular demleniyor o arada, iyice yer ediyor, yüzeysel olan elenip, derune göz diken kalıyor.
Bu taş ne taşı, büyük dayı?
Nasıl oluşmuş?
Dünyadaki en kıymetli taş hangisi?
Peki en güçlü maden hangisi?
Çelik mi güçlü, demir mi?
Element ne demek?
Zift taşı yanar mı?
Değerli midir?
Satsak para eder mi?
Sen laboratuvarda nasıl inceliyorsun taşları?
Kaşıkçı elmasından büyüğü de var mı?
Karbon ne demek?
Havada bile var mı?
Kehribar taş değil mi yani?
***
Diyalogları yazmak istedim, namümkün. Hem hepsine tanık olmadım da zaten.
Ama görebildiğim şu ki, çocuk merakı gerçek. O onun peşinde.
Bir gün cevabı bulacak.
Ama bir sayfada.
Ama bir dostun sözlerinde.
Tarla yürüyüşünün sonunda, bir dahaki sefere o dostun laboratuvarında taşları mikroskopla incelemek üzere sözleşmek: çocukluk hayallerinin içine bu da katılsın.
Mekan: Tarlalar Arasında
Soru biriktiriyorlar.
Hayır, taş ve anahtarlık da biriktiriyorlar da.
Bir de sorular var. En zorları. Hiç aklıma gelmeyenleri.
Okullu düşünceden arınma seansları, bana.
Sonra beklenmedik bir anda karşılaşılan, tam da konunun hakimi bir dost çıkıveriyor işte.
Nasıl oluyor bilmiyorum ama sorular demleniyor o arada, iyice yer ediyor, yüzeysel olan elenip, derune göz diken kalıyor.
Bu taş ne taşı, büyük dayı?
Nasıl oluşmuş?
Dünyadaki en kıymetli taş hangisi?
Peki en güçlü maden hangisi?
Çelik mi güçlü, demir mi?
Element ne demek?
Zift taşı yanar mı?
Değerli midir?
Satsak para eder mi?
Sen laboratuvarda nasıl inceliyorsun taşları?
Kaşıkçı elmasından büyüğü de var mı?
Karbon ne demek?
Havada bile var mı?
Kehribar taş değil mi yani?
***
Diyalogları yazmak istedim, namümkün. Hem hepsine tanık olmadım da zaten.
Ama görebildiğim şu ki, çocuk merakı gerçek. O onun peşinde.
Bir gün cevabı bulacak.
Ama bir sayfada.
Ama bir dostun sözlerinde.
Tarla yürüyüşünün sonunda, bir dahaki sefere o dostun laboratuvarında taşları mikroskopla incelemek üzere sözleşmek: çocukluk hayallerinin içine bu da katılsın.
Öğrenmemek Mümkün Mü?
'Bugün akşama kadar böyle hiçbir şey yapmadan duracağım işte!' dedi, somurtarak, çocukların bir anda kümesine giren tavuklar misali sokaklardan yok olduğunu görünce 9 yaş'ım. Moralsizdi.
'Bir gün okul müdürlerini polise şikayet edeceğim, çocukları oyundan mahrum ettikleri için' dediği gün gibi.
Ses etmedim.
Biraz sonra her zamankinden yüksek bir üretkenlikle işlere girişti :)
Sessizce izledim.
Halı dokurken,
lego yaparken,
çekmecesini düzenlerken,
tam o sırada yediği elmanın çekirdeklerini eline alıp 'bunları toprağa ekicem anne, bu elma çok tatlı, böyle bir elma ağacımız olsun' deyip, saksıyı toprağı, suyu özenle hazırladıktan sonra 'aslında önce çimlendirmek mi gerekir acaba' diye sesli düşünüp sonra da kendi kendine 'hiçbir şeyi denemeden bilemezsin' deyip devam ederken,
6yaş kardeşiyle bulaşık makinesini boşaltırken,
odun keserken,
minderlerle ev inşa ederken,
ve kulaklığını takmış sesli kitabını dinlerken...
Öğrenmemek mümkün mü? dedim.
Öylece durmak mümkün mü hiç?
Hayat sana binlerce fırsat sunarken?
Etrafın sevdiklerinle çevriliyken?
Hadi yap, hadi dene diyen içsesin için,
bitmez tükenmez bir hazineyken dünya?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)