28 Aralık 2018 Cuma

John Taylor Gatto'dan Bana Kalan

'Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı' kitabının arka kapağını kapadığımda, bir tek soru vardı zihnimde.

Biz, kendi hesaplaşmamızı ne zaman yapacağız? 
***

Ne zaman masaya yatıracağız, artık tamamen kurumlara emanet ettiğimiz ama bir zamanlar birey ve kurum/hoca/usta ortaklaşa omuz verdiğimiz öğrenme şuurunu?
Kim çıkaracak insanın öğrenme yolculuğunun lineer olmayan, özgün haritasını?
Kim hatırlatacak usta-çırak, talebe- muallim arasında kurulan bağı ve dizdize yaşanan öğrenme süreçlerini?
Mış gibi yapılan etkinlikler ile kim karşılaştıracak sahici ilişkileri ve gerçek problemlere çözüm sunma becerisinde olduğunu, aslında 'ergenlerin'?
Ne zaman kilit vurmaya başladığımızı liselere, kim tespit edecek, kaçmasın diye gençlik bucak bucak, 'gel bakayım, sana boca edeceğim aslında hiç de ilgilenmediğin şeyleri' diyenlerden?
***

John Taylor Gatto, kendi tarihini iyi biliyordu, çok da iyi gözlemlemişti çocukların aslında nasıl öğrendiklerini. O yüzden mümkün oldu belki de sorunları tespit edebilmesi, diğerleri gözlerini kapıyorken.
Sancı da taşıyordu.
Değişim ancak tek tek insanlarla başlar diyordu.
Ufak ufak, sorumluluklarımızı alarak ellerimize.
Çocukların eğitim sorumluluğunu hatırlatarak ebeveynlere,
aslında kimde olduğunu.
***

Ve diyor adeta,
Eğitim kurumlara bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir!
***

Ne diyelim.
Sancımız artsın. 


27 Aralık 2018 Perşembe

Neden Bu Kadar Önemli?

Haftada 2 saat özel ders alan 9.5 yaş oğulcuk, elinde notlarıyla eve döndüğünde şöyle bir göz attım yaptıklarına. Bir işaret gördüm, dikkatimi çekmesi için konulmuş. İki basamaklı çarpma işlemi yapmış.
Biraz yaşının ötesinde bir şey.
Bak şimdi, benim de ilgimi çekti.
İlla cımbızlayacağız ya öğrenmeyi orasından burasından.

Bir iki sorunca, işkillendi bizimki, 'neden' dedi, 'neden bu o kadar önemli ki?'
Bir iki eee, birkaç kem küm, 'yaşına göre biraz zor gibi sanki bu, nasıl yaptın?' dedim.
'Şöyle şöyle işte, birşey değil yani.'

Ney ney ney?
Yaşına göre mi?
İşte yine hortladı, yaşlara göre belirlenmiş öğrenme düzeyleri şeysi inancı.
Dur; dersim bitmedi daha:

Birkaç dakika sonra bir kağıdı okumaya çalışıyordu. Zorlandı. Harf denen şifreleri çözmek bitip, anlama gelinemedi. Canı sıkıldı tabi.
'Bak' dedi, ta gözlerimin yuvalarına dikerek gözlerini.
'Yaşıtlarım da bunu kolaylıkla yapıyorlar işte. Bunu da ben yapamıyorum.'

Eh alırsın ağzının payını.
Öğrenirsin bir daha, parsellenemeyeceğini konuların şu yaşa bu yaşa.
Hazırsa ona göre hiçbir şey o.
Normali anormal göstermek.
Belki de okullu düşüncenin en büyük zararı.




Praxis: Çıraklık Geri Geliyor

  Bir süredir takip ettiğim bir girişim Praxis.
  Gençlere üniversite eğitimine alternatif, daha hayatın içinde bir seçenek olarak düşünülen 9 aylık çıraklık programı. Sunulan rehberlik eşliğinde kişinin ilgi duyduğu alanda gerçek tecrübeler biriktirerek sevdiği alanda meslek sahibi olmasını hedefliyor.

  Kurucusu Isaac Morehouse, evde eğitim görerek büyümüş, kendi çocuklarını da öyle yetiştiriyor. Çok renkli bir hikayesi var, evde lego inşa ederek geçirilen günlerden 16 yaşında yaşadığı entelektüel aydınlanmaya, dünyanın daha iyi bir yer olması için çabasına ve üniversite deneyimine ve Praxis'in kuruluşuna uzanan...

  Başka bir gün de onu paylaşma ümidiyle, Isaac Morehouse'un bir yazısını özetleyerek çeviriyorum:



Evokulluların Yıllardır Bildiği Şeyleri Uzmanlar Yeni Keşfediyor!
Isaac Morehouse
Praxis Kurucusu

  Sınıflar gençleri hayat ve kariyer başarısına hazırlamıyor. Yavaş işleyen, maliyetli ve genellikle de sıkıcı bir yapıya sahipler. eğitimin kişiye uygun hale getirilmesi, gerçek anlamda seçim serbestisi olması neredeyse mümkün değil.

  Evokullular bunları zaten biliyorlar. Bu yüzden ana akım eğitim anlayışından uzak duruyor ve sınıfın dışına çıkıp, hayatın içine giriyorlar. Gerçek öğrenmenin çok daha eğlenceli, çeşitli yolları olduğunu ve herkesle birlikte bir kağıtta onu aramaktan daha değerli olduğunun farkındalar.

  Çıraklık geri dönüyor.
  İşi yaparak öğrenme, projeler tasarlama gibi şeyler, göreceli ödevlerin ve notların yerini alıyor.
Bu öğrenme modelinin sunduğu öngörülerden bazıları şunlar:

1. En iyi kişisel ve mesleki gelişim, merak duyduğunuz şey üzerine olur; notlarını üzerine değil:

Herşey motivasyon ve istekle başlar. Sadece kağıt üzerinde prestijli dursun diye bir iş yapıyorsanız, genellikle o sürecin sizi şekillendirmesine izin vermezsiniz. Gerçek öğrenme ise beyninizi şekillendiren, önünüzde yeni yollar ve paradigmalar açan bir süreçtir.

2. Ezberleyerek değil, yaparak:

Bağlam içerisinde öğrenmek birbirinden kopuk bilgileri ezberleyip durmaktan daha etkilidir. Bir işin çıraklığını yaparak öğrenmek size ihtiyacınız olan bağlamı verir. Ve bağlam, edindiğiniz bilginin sizde sımsıkı yerleşmesini sağlar.

3. Kitaplara gömülmek yerine insanların yanında olarak

Niçin bu kadar az girişimci var. Çünkü neye benzediğini bilmiyorlar. Meslek dalları hakkında kitap okuyarak fikir edinemezsiniz. O işi yapanların yanında yöresinde bulunmaktan daha iyi bir yöntem yoktur. Çıraklık yaparak hem birçok iş dalı hakkında bilgi edinebilir hem de varlığından haberdar dahi olmadığınız işler hakkında hayaller kurarken bulabilirsiniz kendinizi.

4. Okulsuz öğrenenler için bir sonraki aşama çıraklık aşamasıdır.

Kendi kendine öğrenen, elleriyle üreten, erken iş deneyimi olan ve farklı yaşlardaki farklı insanlarla etkileşimi olan herkese yukarıda bahsedilenler tanıdık gelecektir. Özyönlendirmeli öğrenen kişilerin yaptığı budur zira.

Evde eğitimi seçenler yaşıtlarından birçok anlamda ve ne denli önde olduklarının farkında bile değiller. Üniversite kapısına yığılmak yerine eğitimlerinde ve mesleki gelişimlerinde bir sonraki adıma çoktan hazırlar: çıraklık evresi. Halihazırda bunu yaşayarak görüyorlar zaten.

Kaynak: https://discoverpraxis.com/professionals-just-now-discovering-homeschoolers-known-decades/
Özet Çeviri: İlmiHane

Ev Okullu Ünlüler-Karen Leong (Pasta Tasarımcısı)

Bu defaki öykümüz Malezya'dan...
İlkokul 2. sınıftan sonra okulsuz öğrenmeye başlayan Leong, o zamana değin sanata bir eğilimi olduğunu fark etmediğini söylüyor.
Akademik olarak başarılıymış.
'Okulda kalsaydım asla bir pasta tasarımcısı olamazdım. Muhtemelen tıp veya psikoloji okurdum' diyor.
Ancak evokuluna geçişle birlikte içindeki sanatçıyı keşfetmiş.

İlerleyen yıllarda geziden, kültürel çalışmalara ve edebiyata kadar farklı alanlara yönelmiş.
Ancak ne yaptıysam pastacılıkta karar kılmaktan vazgeçemedim, diyor.

12 yaşlarında başlayan bu tutkusu 15 yaşında katıldığı bir yarışmada kazandığı bir altın madalya ile ateşlenmiş. Devamında uluslararası yarışmalarda yeni madalyalar almış. Ailesi ilerleyen tutkusunu 8 yıl boyunca desteklemiş.

Şu an 20 yaşında kendi işinin patronu. Düğünler için çok işçilikli pastalar tasarlıyor.
Küçük çocuklara kendi atölyesinde pastacılık dersleri de veren Leong, aldığı eğitimin bu kariyer seçiminde çok etkili olduğunu söylüyor.

'Okulsuz öğrenim birey olarak kim olduğumu ve kim olmak istediğimi bulabilmem için ihtiyaç duyduğum zamanı ve imkanı sağladı. Bu dünyaya nasıl bir katkıda bulunacağımı, sadece teoride değil, bizzat hayatın içinde deneyimleyerek anlamamı sağladı.'

Kaynak: https://vulcanpost.com/626767/malaysia-cake-design-karen-leong/
Özet Çeviri: İlmihane

Uzmanlaşma Takıntımız: Okulsuzda Bile

Çocukların yeteneklerinin hemen, bir an evvel geliştirilmezse şayet, mazallah kaybolup gideceğine dair bir anlayış geliştirmişiz.
İnsan bir, tek bir yolu seçer ve onda istikrarlı bir şekilde yürür, varsayıyoruz.
Öğrenme doğrusaldır, sanıyoruz.
Öyle mi gerçekten?

İnsanlık tarihine imzasını bırakmış nice kişi böyle dümdüz bir yoldan mı ilerlemiş?
Yoksa daldan dala atlayıp, durulmuş mu birinde, en nihayetinde?
Sahi Müslüman alimlerin aynı anda kaç ilim, zanaat ve meşguliyet dalıyla ilgilendiğini bilen var mı?
Batılı bilginlerin hangileri beş yaşından itibaren eğilim göstermişler, devrim yaptıkları konulara, acaba?

Çocuklarımızın işaretini verdiği her ilgi patlamasında, değişmez bir biçimde o rotada, sözümona tutarlı bir şekilde ilerleyeceğini düşünmek, bugünün ilerlemeci ekonomi düşüncesiyle, nerelerde kesişiyor merak ediyorum...
Zihnimizdeki kodları belirleyen şeylerin aile ve çevrenin de ötesinde, çağın değerleri olduğunu söylüyordu, Ben Nesli kitabında.
Sahiden çağın değerleri alt üst etmiyor mu, doğal bir öğrenme felsefesini benimseyenlerin bile, çocuğun, insanın öngörülemez, saçaklı, çok yönlü, şaşırtıcı ve devingen bir varlık olduğuna olan inancını?

Zihinlerimizi, mantığımızı okullu düşüncelerden arındırmanın (deschool) ilk adımı belki de, öngörmekten vazgeçmek çocuklarımızı ve hayatı.

Hayaller kurmamak değil elbet bu, sadece belirsizliğin içindeki rızaya ulaşmak, vazgeçmek matematiksel hesaplamalardan, minicik devlerin önünden çekilmek sadece.

Demesi ne kolay.
Siz onu bir de bu arınma sürecinde olanlara sorun.
Ben de sorayım: Okullu düşünceden arınma serüvenini paylaşmak isteyenler buyursun yamacımıza...

Okçuluk: Norm-dışı bir öğrenme yolculuğu

Belli bir müfredatın sınırlandırmasının ötesinde, kişinin içsel yönlendirmelerinin ardına düşülen bir yolculuk dedik, bu okulsuz öğrenim denen şey.
Pek güzel.
Peki ya bagajlarımız? Kendi okullu düşüncelerimiz ve kısıtlarımız ne olacak?
O veya bu şekilde, edindiğimiz eski tecrübelerin etkisi ne olacak çocuklarımızın öğrenme yolculuklarında?
Bu hesapta olmayan büyük soru, işte ailelerin belki en mücadele edeceği nokta.
Neyi, ne kadar, ne zaman ve ne şekilde öğrenmek gerekir?
Dozunda motivasyon, hatta teşvik, hadi daha açık konuşalım dozunda zorlama nasıl olmalı okulsuz öğrenimde?
Sınırlar nasıl belirlenmeli?
***

Spor benim oğlanlar için gözleme dair en büyük alan.
Bir sporu yapmaktan çook önce, uzun uzadıya izlemek isterler.
Spor merkezinin antrenmanlarında, izleyici tribünlerinde bunca vakit geçirmemiz de bundan.

Uzun ziyaretler sonucunda 9 yaş oğlum ok atmak istediğini söyledi.
Yüksek güvenlik gerektiren bir spor, peki dedim, yazdıralım bir kursa.
Nuh dedi peygamber demedi.
İstediğim sadece bir ok bir de yay, sorularım olursa gider sorarım kursa, söz dedi.
Nasıl ettiyse peki dedirtti, Navek okçuluk'ta aldık soluğu.
Geçici bir heves olmadığını hissetmiştim ama beni neyin bekleyeceğini bilmiyordum elbet.

Aylar aylara katıldı, bahçede kendi düzeneğini kurmuş, kendi ritminde antrenmanlara başlamıştı bile.
Tıkandığı yerde cidden de Milli Okçu antrenöre sormuş, ondan bir iki ders almıştı.

Ancak yine de zihnim, bu şekilde olmaz, bir hocanın dizinin dibinde olmadan olmaaaz, bir başına olmaaaz diyordu :)
Hep konuşacak bu ses biliyorum, bazen haklı bazen haksız olacak.
***

Öğrenme yolculuğuna okulsuz ve okçu bir abisinin 250 km öteden kalkıp, sırf ona yönderlik etmek üzere gelmesi, tutkusunu alevlendiren dönüm noktalarından biri oldu. Bu can ve yaptığı bu fedakarlık, başlı başına bir yazı konusu...

Yaz boyunca yayından ayrılmadı, ben çekmeyi bile beceremezken, kirişi takmayı, kurmayı, tamir etmeyi, okçuluğun her bir ince işinde babası ve beni saf dışı bırakacak derece ustalaşmayı başardı.

Ne ki, gözümün önünde cereyan eden başkalarıyla birlikte ok atma arzusu, geri bildirim alma ihtiyacı o denli yoğunlaştı ki, içimde kurs kurs diyen o ses ayaklandı yeniden.

Evet kendi kendine öğreniyor,
Evet ihtiyacı olan yerde hızlanıp, istediği yerde soluklanabiliyor.
Kendi inşa ediyor bilgi sürecini evet,
Ve fakat geri bildirim almak, kendi ilgi alanına ortak olandan,
gerçek bir ihtiyaç; tutmayacak denli hiçbir şey yerini.

Okullu yanım yazdır kursa, derken,
okulsuz öğrenen oğlum, dur bekle diyecek.
Ne zamanki kendi ihtiyacının kendi farkına varacak,
o zaman ortak noktada buluşacağız, kim bilir?

O zamana dek, 1 yıldır süren bu özge yolculuk,
izlenmeye ve dokunmaya devam edecek;
yazan annenin tezgahında...